Ayrılık Valsi

Milan Kundera “Ayrılık Valsi”ni 1973 yılında yazmış. Romanda yedi kişi geçiyor. Eski bir kaplıca kentinde geçen olaylar yedi kişinin birbirine sarılmaları ve uzaklaşmaları içinde geçiyor. Kundera bu romanda da sıradışılığını koruyor. Kitabı okuyup bitirdiğinizde sizde kendinizi sorgulamaya başlıyorsunuz.

Diğer kitapları “Şaka ve Yaşam Başka” nın devamı gibi görünen ve bu kitapla bir üçlemeyi tamamlayan bu kitabı okumalısınız. Gerçekle fantastik arasında dolanıyor ve adeta hissederek yaşıyorsunuz okurken…. Yazar aynı zamanda tarihsel bir gerçeğide vurguluyor, Ünlü ‘Prag Baharı’nı ve ondan sonra gelen Çekoslavakya’nın Rus işgalini geri planda bir gerçeklik olarak yaşatıyor ölümsüz yazar.

Okumayanlara bir an önce okumalarını, okuyupta kitaplığının rafına ya da çalışma masasının bir kenarına koyanlara tekrar ve tekrar okumalarını tavsiye ediyorum…

Kitaptan bölüm…

Sonbahar başlıyor ve ağaçlar sarıya, kırmızıya, kahve-rengine dönüşüyor; güzelim vadiciğin ortasındaki küçük kaplıca kenti, bir yangınla çevrelenmiş gibi. Kemerli avluda, kadınlar gidip geliyorlar, kaynaklara doğru eğiliyorlar. Çocuk doğuramayan kadınlar bunlar, kaplıcama sularında, doğurganlık bulmayı umuyorlar.
Buraya gelenler arasında erkek çok daha az, ama yine de birkaç kişi görülüyor, çünkü söylendiğine göre sular, doğurganlık sağlayan erdemlerinin yanı sıra kalbe de iyi geliyor. Her şeye karşın, bir erkek hastaya dokuz dişi düşüyor ve bu durum, hastabakıcı olarak çalışan ve kısırlıklarını gidermeye gelmiş kadınların yüzme havuzuna bakan genç, bekâr kızı çileden çıkarıyor!
Ruzena burada doğdu; babası ve annesi de burada. Bu yerden, bu iğrenç kadın yığınından kurtulabilecek mi?
Günlerden pazartesi, işgünü sona ermek üzere. Bir çarşafa sarmak, dinlenecekleri yatağa yatırmak, yüzlerini silip gülümsemek gereken birkaç şişman kadından başka kimse yok.
Telefon edecek misin?” diye soruyorlar Ruzena* ya meslektaşları. Biri etine buduna dolgun kırklık bir kadın, öbürü daha genç ve zayıf.
“Neden etmeyecekmişim?” diyor Ruzena.
“Hadi! Korkma!” diye karşılık veriyor kırklık kadın, onu hemşirelerin dolaplarının, masalarının ve telefonlarının bulunduğu vestiyer bölmelerinin arkasına götürüyor.
“Onu evinden aramalısın,” diyor zayıfı, sinsice ve birlikte kıkırdıyorlar.
9
Tiyatronun telefon numarasını biliyorum,” diyor Ruze-na, gülmeleri yatıştığında.
2
Tatsız bir konuşma oldu. Adam telefonda Ruzena’nın sesini işitir işitmez, dehşete düştü.
Kadınlar onu hep korkuturdu; yine de hiçbiri ona inanmazdı ve sözlerinde hoşa gitmek isteyen bir adamın alaycılığından başka şey bulmazlardı.
“Nasılsın?” diye sordu.
“Pek iyi değilim,” karşılığını verdi genç kadın.
“Nen varr
“Seninle konuşmam gerek.” dedi genç kadın, dokunaklı bir sesle:
Yıllardan beri korkuyla beklediği dokunaklı ses buydu işte.
“Ne?” diye sordu boğuk bir sesle.
Genç kadın yineledi: “Seninle mutlaka konuşmam gerek.”
“Ne oluyor?”
“İkimizi ilgilendiren bir şey.”
Adam konuşamıyordu. Az sonra yineledi: “Ne ölüyor?”
“Altı haftalık bir gecikmem var.”
Adam kendini tutmak için büyük bir çaba harcayarak: “Bir şey değildir kuşkusuz,” dedi. “Ara şıra olur ve hiçbir önemi yoktur.”
“Hayır, bu kez tamam.”
“Olamaz. Kesinlikle olamaz. En azından, benimle ilgili olamaz.”
Kadın kırılmıştı.
“Beni ne sanıyorsun sen?”
Onu kırmaktan çekiniyordu, çünkü korkuyordu genç kadından.
“Hayır, seni kırmak istemiyorum, saçma, neden seni kırmak isteyeyim, sadece benimle ilişkinde başına böyle bir şey gelemeyeceğini, korkacak bir şey bulunmadığını, bunun olamayacağını, fizyolojik yönden olanaksızlığım belirtmek istiyordum.”
“Öyleyse gereksiz,” dedi genç kadın, büyük bir kırgınlıkla. “Rahatsız ettiğim için bağışla beni.”
Adam telefonu kapatmasından korkuyordu.
“Yok canım, hiç bile. Bana telefon açmakla iyi ettin! Sana elimden geldiğince yardım ederim, bu kesin. Her şey yoluna girebilir kuşkusuz?”
“Ne demek istiyorsun?”
Adam tedirginlik duydu. Olayın adım koymak istemiyordu. “Canım… evet… yoluna girebilir.”
“Ne demek istediğini biliyorum, ama buna bel bağlama. Unut o düşünceyi Yaşamımı çarçur etmem de gerekse, yapmam istediğim.”
Yeniden adamın her yanını ürpertiler kapladı, ama bu kez utana sıkıla saldırıya geçti: “Öyleyse niçin beni arıyorsun, konuşmak istemediğine göre? Benimle tartışmak mı istiyorsun, yoksa bir karar verdin mi?”
“Seninle tartışmak istiyorum.”
“Gelip göreceğim seni.”
“Ne zaman?”
“Bildiririm.”
“Peki.”
“Öyleyse, yakında görüşmek üzere.”
“Yakında görüşmek üzere.”
Adam telefonu kapattı ve orkestrasının bulunduğu küçük salona döndü.
“Baylar prova bitti,” dedi. “Bu kez dayanacak halim kalmadı.”
ıı

Sonbahar başlıyor ve ağaçlar sarıya, kırmızıya, kahve-rengine dönüşüyor; güzelim vadiciğin ortasındaki küçük kaplıca kenti, bir yangınla çevrelenmiş gibi. Kemerli avluda, kadınlar gidip geliyorlar, kaynaklara doğru eğiliyorlar. Çocuk doğuramayan kadınlar bunlar, kaplıcama sularında, doğurganlık bulmayı umuyorlar.Buraya gelenler arasında erkek çok daha az, ama yine de birkaç kişi görülüyor, çünkü söylendiğine göre sular, doğurganlık sağlayan erdemlerinin yanı sıra kalbe de iyi geliyor. Her şeye karşın, bir erkek hastaya dokuz dişi düşüyor ve bu durum, hastabakıcı olarak çalışan ve kısırlıklarını gidermeye gelmiş kadınların yüzme havuzuna bakan genç, bekâr kızı çileden çıkarıyor!Ruzena burada doğdu; babası ve annesi de burada. Bu yerden, bu iğrenç kadın yığınından kurtulabilecek mi?Günlerden pazartesi, işgünü sona ermek üzere. Bir çarşafa sarmak, dinlenecekleri yatağa yatırmak, yüzlerini silip gülümsemek gereken birkaç şişman kadından başka kimse yok.Telefon edecek misin?” diye soruyorlar Ruzena* ya meslektaşları. Biri etine buduna dolgun kırklık bir kadın, öbürü daha genç ve zayıf.”Neden etmeyecekmişim?” diyor Ruzena.”Hadi! Korkma!” diye karşılık veriyor kırklık kadın, onu hemşirelerin dolaplarının, masalarının ve telefonlarının bulunduğu vestiyer bölmelerinin arkasına götürüyor.”Onu evinden aramalısın,” diyor zayıfı, sinsice ve birlikte kıkırdıyorlar.9Tiyatronun telefon numarasını biliyorum,” diyor Ruze-na, gülmeleri yatıştığında.2Tatsız bir konuşma oldu. Adam telefonda Ruzena’nın sesini işitir işitmez, dehşete düştü.Kadınlar onu hep korkuturdu; yine de hiçbiri ona inanmazdı ve sözlerinde hoşa gitmek isteyen bir adamın alaycılığından başka şey bulmazlardı.”Nasılsın?” diye sordu.”Pek iyi değilim,” karşılığını verdi genç kadın.”Nen varr”Seninle konuşmam gerek.” dedi genç kadın, dokunaklı bir sesle:Yıllardan beri korkuyla beklediği dokunaklı ses buydu işte.”Ne?” diye sordu boğuk bir sesle.Genç kadın yineledi: “Seninle mutlaka konuşmam gerek.””Ne oluyor?””İkimizi ilgilendiren bir şey.”Adam konuşamıyordu. Az sonra yineledi: “Ne ölüyor?””Altı haftalık bir gecikmem var.”Adam kendini tutmak için büyük bir çaba harcayarak: “Bir şey değildir kuşkusuz,” dedi. “Ara şıra olur ve hiçbir önemi yoktur.””Hayır, bu kez tamam.””Olamaz. Kesinlikle olamaz. En azından, benimle ilgili olamaz.”Kadın kırılmıştı.”Beni ne sanıyorsun sen?”Onu kırmaktan çekiniyordu, çünkü korkuyordu genç ka-10dından.”Hayır, seni kırmak istemiyorum, saçma, neden seni kırmak isteyeyim, sadece benimle ilişkinde başına böyle bir şey gelemeyeceğini, korkacak bir şey bulunmadığını, bunun olamayacağını, fizyolojik yönden olanaksızlığım belirtmek istiyordum.””Öyleyse gereksiz,” dedi genç kadın, büyük bir kırgınlıkla. “Rahatsız ettiğim için bağışla beni.”Adam telefonu kapatmasından korkuyordu.”Yok canım, hiç bile. Bana telefon açmakla iyi ettin! Sana elimden geldiğince yardım ederim, bu kesin. Her şey yoluna girebilir kuşkusuz?””Ne demek istiyorsun?”Adam tedirginlik duydu. Olayın adım koymak istemiyordu. “Canım… evet… yoluna girebilir.””Ne demek istediğini biliyorum, ama buna bel bağlama. Unut o düşünceyi Yaşamımı çarçur etmem de gerekse, yapmam istediğim.”Yeniden adamın her yanını ürpertiler kapladı, ama bu kez utana sıkıla saldırıya geçti: “Öyleyse niçin beni arıyorsun, konuşmak istemediğine göre? Benimle tartışmak mı istiyorsun, yoksa bir karar verdin mi?””Seninle tartışmak istiyorum.””Gelip göreceğim seni.””Ne zaman?””Bildiririm.””Peki.””Öyleyse, yakında görüşmek üzere.””Yakında görüşmek üzere.”Adam telefonu kapattı ve orkestrasının bulunduğu küçük salona döndü.”Baylar prova bitti,” dedi. “Bu kez dayanacak halim kalmadı.”

Leave A Response

*