Seçim Umutları

Midesinde garip ekşimeler, dudaklarında akşamdan kalma rakının buruk tadı, platin renkli tabakasından, muş tütününden sarma sigarasını içine çekip, üflüyor, peşin satan tok tüccarlar gibi, kendinden emin, tok konuşuyor Necati dayı!

‘’bak ağa’’ dükkânımın cephesi müsait, Arabına, Kürtüne, Yörük’üne, Çerkez’ine hitap edecek yönleri mevcuttur, senide sevdiğimi biliyon, başkaları da istedi ama ben sana vereceğim dükkânı, ama masraflı olur sana.

Mahalle aralarında, birazda caddeye yakın bir yerde olan, kahve, çay ocağı veya dükkânına, fiyatı fazla olduğu için müşteri bulamamış dükkân sahibi de,

valla dükkânım geniş, istersen parti genel başkanını getir, hepsini kaldırır, yer mahallenin en güzel yeri, diğer partililerde istedi, ama ben biliyon sizin partiye meyilliyim onun için size vereceğim dükkânımı, malumunuz, bunun bir bedeli vardır diyor.

Böyle dükkân, sahibi olanlar için iyi bir fırsattır seçimlerin yaklaşması.

Biliyorlardır ki dükkânları boş kalmayacaktır. Seçime giren partilerden biri, muhakkak tutacaktır, sonuçta en fazla iki ay kullanılacaktır. Parası da peşin alınmıştır, ne olacak yani, biraz duvarlar kirlenecektir.

Afişler asılır, bir iki milletvekili adaylarının, genel başkanının, belediye başkan adayının, resimleri, posterleri asılır, etraf süslenir. Diğer partililerden erken davranıp, iki üç elektrik direğini kaparsan, birde, iplerle, flama, afiş, poster, parti bayraklarını astın mı, mahalledeki boşta gezer takımından birini ocak’çı yapıp, çay servisine başladın mı, hele hele, davul zurna ile oynayabilecek iki boşta gezer buldun mu, iki halay çektirdirip, döndürdün mü, işte oldu sana seçim bürosu…

Belli günlerde, başkan, milletvekili adaylarının, konuşma yapacağı, alanı, miting yeri gibi kalabalık yapabilirsen, yaşadın demektir.

Onlar gelirken, o sırada başkan geliyor, başkan geliyor, milletvekillerimiz geliyor.

Hadi lan davul zurnayı başlatın sesleriyle davul zurna başlar halay başı, halayla milleti coşturur. Hayda hobaa sesleriyle coşku artar. Halay çekenlerin içine girmeye çalışan, iki kişinin, tüm omuz atmalarına rağmen giremez, kısa bir itiş kakıştan sonra birazda oynayanların yorulmasıyla, halayın içine girer, bir yandan da başkan ve milletvekillerinin dikkatini çekebiliyor mudur diye göz ucuyla keser.

Halay başı Hasan ‘’her limanda boncuk gibi, afet gibi, karılar kızlar var diyen’’ bir gemi tayfasının aklına uyup maceralara atılıp yaklaşıp iki senedir gözükmeyen Talat’ın abisi.

Hasan bir su tesisatçısı! Camına bir kâğıt parçasıyla yazdığı ’’su işleri yapılır’’ yazısıyla, kahveyi kendi dükkânıymış gibi kullanır. Hasan’ı civardaki inşaat malzemeleri satan dükkân sahipleri de tanır. Bir iş düştüğü zaman ya Hasan’ı çağırırlar ya da, sucu arayana Hasan’ı bulabilecekleri kahveyi tarif ederler.

Halay çekenlerden Memed hayatta şans insana bir kez bile olsa gülecektir diyenlerdendir.

Ama memed’in bu kaçıncı şans beklentileridir Allah bilir! Halayın içinde olanlardan murteza, muhtarın yedek azalarından. Bir televizyon kumandasının bile, nasıl kullanacağını bilemeyen biri. Mahalleli bilir ki, bunun azalıkta, mazalıkta gözü yok. Tek derdi, kaçak yaptığı gecekondudan bozma evine çözüm bulmaktır…

Kafileyle gelen adayları karşılayan, muhtar Refik’tir. Diğerlerinden önce kısa mesafeci bir atlet gibi koşar başkanın eline sarılır elini öpmeye çalışır, içeri davet eder, sanki bütün bu organizeyi yapan kendisiymiş gibi tavırlara bürünür.

Gerçi bu seçimler, muhtarın son şansıydı aklınca gelecek at’a oynuyordu, bunu da açıkça belli ediyordu. Zaten tekrar seçilme olasılığı yok denecek kadar azdı.

Kalabalıkta bulunanlardan, emekli Tahsin dayı üniversiteyi yeni bitirmiş, boşta gezer torununa, bir iş bulabilir miyim umuduyla bastonunun desteğiyle bu kahrı çekiyordu. Belediyede çalışan Recep daha önceki seçimlerde, belediyenin park bahçeler bölümündeydi. Şimdiki belediye’ye hâkim olan parti, bunu temizlik işlerine, çöp kamyonuna atamışlardı, o da kendince gelecek partiye oynuyordu. Desteklediği parti başa gelirse, belediyenin daha güzel bir bünyesine geçebilirdi. Başa gelmezse bile, değişen bir şey olmayacaktı o zaten çöpün içerisindeydi.

Mahallenin fruko Fikri diye tanıdığı zaat! Aslen doğulu, buralara yerleşmesi uzun zaman olmasına rağmen, konuşmasını şivesini değiştirememiş biri. Böyle günlerde, şivesini daha da bozar, partide söz sahibi olanlarla konuşurken, onlarla pazarlıklar yapar, biz aşiretik ağam bin beş yüz kullanır oyumuz var diyerek kendine çıkar sağlamaya çalışır.

Seçim bürosu ‘’üç’’ liraya kiralandıysa ücretini verecek kişi veya partiye ’’on’’ liraya patlatılır, onunla da yetinilmez, çayı, şekeri, tüpü, bardağı, ocakçısı, garsonu, ekstra giderler çıkarılır, masrafların çok üzerinde para koparılır.

Şarküteriye gidip bir kilo tavuk kırıntısı alan Şaziye teyze, gazoz şişesinin dibi kadar kalınlıktaki gözlükleriyle, şarküteriden çıkar. İçinde tavuk kırıntısı olan siyah poşetinin etrafında dönen siyah bir sokak köpeğinin koklamasına izin vermez, kovar. Kalabalığı görünce, merakından gelir seyreder.

Konuşmacı başlar konuşmaya ses düzeni bozuk, ara sıra cızırtısı kulağı rahatsız eder.

‘’biz gelince dertler bitecek’’

‘’bizler sizin için varız’’

‘’sizi bulunduğunuz yerden biz kurtaracağız’’

Kalabalık bu sözler üzerine galeyana gelir, ıslıklar, coşkuyla alkışlamalar, içinde en çokta kendini yoran, fruko Fikri’dir, kalabalığa slogan attırır,

‘’en büyük başkan bizim başkan’’

‘’başkanım sen bizim her şeyimizsin’’

Alkışlar, ıslıklar, coşmalar.

Seçimlerdeki adayların, afişlerinde, posterlerinde, öndeki dört dişlerinin, porselen oldukları belli olur. En çokta dişçilerin ne çok para kazandığı hissinden kurtulamazdım.

İçlerinden birini tanıyor gibiydim, dikkatlice bakınca, her zaman giyim kuşamına dikkat etmesinden ve oturduğu semtten dolayı zengin bildiğimiz sosyete Ferit’ti.

Gelenler içerisinde, beyaz eşya mağazasında çalışan Fahri’de vardı. Bu Fahri’yi her gördüğümde, eve yetmiş iki ekran bir televizyon aldığımda bana ‘’kıyak’’ yapıp, taksitlerimi üç ay uzatmışlığı gelir aklıma, hep Fahri’ye

Ne lan bu Fahri, bütün bu beyaz eşyaların arasında ayrı ayrı kullanma kılavuzu, garanti belgesi, şartnamesi çıkıyordu, hepside kitap gibi oku oku bitmiyor eve beyaz eşyamı aldık, belamı aldık diye şikâyet ederdim.

Tesadüf ya! Kalabalığın içinde, benim birahanemde veresiye içki içmesinden dolayı, bana borcu olup’da uzun zamandır sesi soluğu çıkmayan birini gördüm. O kadar insanın içerisinde hakaret edip, rezil etmeyi kendime yakıştıramadığımdan, kendisinin beni görmesini bekledim, görüp yanıma gelince, biliyorum ağbi sana da ayıp oldu ‘’Allah seni inandırsın’’ bu particilerden alemci olanları senin mekâna davet ettim. Para gani gani bunlarda, çekinme hesabı kabarık tut, bakmazlar bile hesaba, fazla fazla atarlar, hazırlığını ona göre yap, akşam görüşürüz, o işide hallederiz deyip ne kendi gelmiş, nede partilileri getirmişti.

Kalabalıklarda kimler yoktu ki, yazları, mahallenin uygun bir yerine her sene karpuz döken, Siverekli Mahmut. Atmış beş yaşına gelmiş, ömrünü at yarışında, ganyan bayilerde geçirmiş Ali dayı. Bir ömür yaşa gelmiş, değnekçi Muzaffer ağbi. Bir köşede, müşterilerinin tanesini fazla verdiği için sevdikleri, şalgamcı şefik bardak bardak şalgamını satarken, yanında çörekçiler ve ayakkabı boyacısı Gaffar emmi.

Bici bicici Memili dayı

Kahvede oturmuş, gazetelerin ciddi köşe yazılarını okurken başucuma dikilip başımın üstünden benimle birlikte gazeteye göz gezdiren, bende her seferinde ondan kurtulup, başımdan gitmesi için, ya gazete sayfasını bitirmiş öteki sayfaya geçecekmişim gibi yaptığım ya da ondan kurtulabilmek için, bütün gazeteyi okumuş gibi yapıp gazeteyi katlayıp ona uzattığım şirret Fehmi.

Coşkulu coşkulu çalan davulcuyu da tanıyordum. Ramazan aylarında geceleri mahalleliyi, sahura kaldıran davulcuydu. İlginç birde diyalogumuz olmuştu, geçen ramazan ayının başlarındaydık, akşam kapı çalındı, açtım kapıda elinde davulu olan biri duruyordu

‘’bahşiş ağbi’’ dedi

‘’yahu dedim’’ daha ramazanın başındayız, bayram değil seyran değil.

Bak bu seferlik bahşiş veriyorum, ama mahallenin davulcusu değilsen, zırnık vermem, geceleri de seni pencereden takip edeceğim demiştim.

Oda bana tamam ağbi takip et, geceleri iyi bak beni görürsün demişti. Hakkattende, gece davul sesini duyup pencereden baktığımda evet o davulcuydu, diğer gecelerde kontrol etmiştim oydu.

Pencereden göz göze geldiğimizde oda bana kendini ispatlamanın şevkiyle, daha canlı çalıyordu!

Garson Ramazan’da ordaydı sabahçı kahvesinde yapardı garsonluğunu. Küçük çapta dokuma fabrikalarında ustaydı asıl mesleği, işten çıkarılınca garsonluk yapıyordu boşta kalmamak için. Daha dün görmüştüm damla fotoğraf stüdyosunun önünde, elinde vesikalık çekilmiş fotoğrafları. Ne olur ne olmaz, param varken çekildim, yarın bir gün sigortalı işe girerken lazım olur diyordu.

Ramazan biraz saf biriydi tek tek vesikalık fotoğraflarına bakıyordu niye bakıyorsun? Dediğimde oda bana vesikalıkların ‘’aynı mı’’ çıktığına bakıyorum demişti.

Gelenlerin içinde, gelmesi gereken en son insan olarak gördüğüm şero dayıda ordaydı, biliyordum ki daha önce bu konularda tartıştığı kendi akranlarından, doğma büyüme demir kıratlı emekli Şuayip amcayı merak ettiğinden oraya gelmiştir.

Şero dayı eski tüfek, Kore gazisi ‘’altı okçu’’ olması dışında hiçbir partiye, hiçbir mitinge gitmemişti. Oy vermeden oy vermeye siyasetle ilgilenir, birde şuayip amcayla tartışmalarında hatırlardı siyaseti.

Sorardım ona neden böyleler? Oda bundan önceki ve sonraki idare edenler için, ne olacak evlat seçtiğimiz mebuslarımız hatta bakan olanları bile liderlerinin ağzının içine bakıyorlar maaşlarının yetersizliğinden ve hatta daha sonrada süper emekliliklerinden başka bir şey düşünmüyorlar ki bakan oluyorlar bakmıyorlar bile bir bakana rastlamadım ki.

Bu bundan öncede böyleydi, sanırım bundan sonrada böyle olacak, yani senin anlayacağın,

‘’ha sıçtı ha karnı gitti ’’ deyip kestirir atardı.

İnsanlar, hep seçime bel bağlarlardı umutlarını ona göre yönlendirirlerdi.

Herkesin ağzında ‘’hele bir seçim gelsin, hele bu seçim olsun’’

Nedense, her seçimden sonra, halka figüranlıktan başka bir rol düşmediğini, içim yana yana izlemek zorunda oluşum beni kahrederdi.

Biliyorum ki bizde vatandaşın rolü, seçimden sonra sandıklar açıldıktan sonra biterdi. Sistem içinde olanlar, işleri bittikten sonra topluma sırt çevirir, onların ihtiyaç ve gereksinimlerine hiç itibar etmezlerdi.

Bazen, hep kendilerini kötü yöneten, kötü idare eden, vaatlerinde durmayan iktidarları, hep ‘’başa’’ getirmişlikleri, demek ki biz, bunları hak ediyoruz hissi uyandırmıştır bende.

Seçimden sonra, basında, gazete ve televizyonlarda birbirine benzeyen haberler, yurdun çeşitli bölgelerinde, oy verme oy sayma işlemleri sırasında, meydana gelen olaylarda, on iki kişi muhtelif tabancalardan çıkan kurşunlarla çeşitli yerlerinden yaralandı. On beş kişi, sevinç kutlamaları sırasında, ‘’kaza’’ kurşunlarıyla yaralandı, on altı kişi dövülerek hastanelik edildi, on dört kişi tutuklandı, üç kişide oy sandıklarıyla kaçırıldı.

Seçimden sonrada yaratılan çevre kirliliği de, afiş, ip, naylon, kâğıt toplayanların işine yarıyordu…

Az ilerde ‘’sucu Hasan’’ı görüyorum, yüzündeki o ölü beyazlığı, kendine, yitik, bitkin ve ızdırab derecesine yakın bir ifade veriyordu.

Eski sayılacak gri paltosunun içinde, ellerini cebine sokmuş, büzüşmüş bir halde üşüyordu ama aldırış etmiyordu. Hep acelesi olan, yaşam ağacına tutulan, tutundukça dalı kırılan, acı bir hüznü, beden buluyordu onda.

O kadar çaresiz!

Öç almak istercesine, su birikintileriyle at pisliklerinin birbirine karıştığı zemine bütün gücüyle basıyor, yüzüne çarpan yağmur damlacıklarını bile hissetmiyor, sesi gittikçe kısılıyordu.

’’Niye böyle oldu’’
‘’niye böyle oldu’’
‘’müstahak lan bize’’
Yine umutlarıyla dolu, kendi kendine konuşuyor.
‘’hele yeni seçim gelsin’’
‘’hele yeni seçim olsun’’
Nereye Hasan usta? Diyorum.
Bana bile bakmıyor bir gideyim hele partiye

‘’Bize göre bir şeyler var mı’’ diyor…

KENAN CAN YOLDAŞLAR

Leave A Response

*