İnsan Olmak…

DOSTLARIM…

Yazılarımda yaşayan, yazılarımda iyi şeyler üretmeye çalışan biri olmaya çalışıyorum. Belli ve bilinen bu çevrelerle kadehler tokuşturmuyorum, onların dümen suyuna gitmiyorum. Onların popülist yaklaşımlarına da ihtiyaç duymuyorum. Onların medyasına da, kalemşorlarına de güvenmiyorum de çok ta umurumda değil. Çünkü “marka”olmak,”etiketli” olmakta istemiyorum.

Sokakları seviyorum: çünkü oradan geldim hala da ordayım.

Toplumsal değer taşıyan bütün amaçları desteklemek için, iyi şeyler üretmeye çalışan biri olmaya çalışıyorum. Hiç bir zaman başkalarına özenmedim, kendim olmak istedim ve kendim olmaya çalıştım… Ve kendim olduğum kadarda mutluyum onurluyum. TEK KİMLİĞİM KENDİ VİCDANIM VE ONUN SÖZCÜSÜ OLMAK DİYORUM, DİYECEĞİMDE…

Doğrulara bakmayı, bakabilmeyi öğrendim. Emek kutsal dedim, insanı anlamaya çalıştım. Kimsenin emeğine haksızlık etmedim, saygısızlık etmedim, sevdim insanları-insanlarımı…

Yaşadıklarım gördüklerim bunları destekledi

Onlara inandığım, bildiğim doğruları, doğru bir şekilde anlatmaya ve göstermeye çalıştım.

Çünkü egemenlerin demokrasilerinde toplumsal çalkantılar ve sömürü dozu alabildiğine sürerken eğer geleceğe dair bir öngörünüz yoksa yolunuzu şaşırmanız da çok kolay olur/dan yola çıkarak;“Edebiyat’ın doğduğu topraklarda sevgiyi beslediği, birlikte yaşama ve kardeşlik kültürünü yarattığına inanıyorum…

Bu nedenle; Yaşamda, yazınsal yapıtların, edebiyatın rol’ünün ’’toplumsal önemi” konusunda çok hassasiyetimin olduğumu düşünmekteyim. Bu hassasiyetimin toplumsal yaşamdaki çelişkiler, çıkmazlar, adaletsizlikler, eşitsizlikler gibi; yazanında, okuyanında bir kargaşa, başıbozukluk ve kirliliğe dönüştüğünü yoğun şekilde hissetmeye başladığımdan olduğunu da biliyorum.

Ve bu hassasiyetimi “insana dair” yaklaşımlarımla birleştirerek gerçekliğin doğru yansıtılmasına yönelik belki de vazgeçilmez çabamın bir ifadesi olarak da ki “amaç” olarak ben bu coğrafyada yaşadığım ve insan sevgisinin yanı sıra;  insanına hatırlatmak, anlatmak ve hatta gösterme gibi bir borcumun var olduğunu düşünmemden de kaynaklandığını biliyorum…

Hep demişimdir;”İnsanın dünya görüşü belli bir sorumluluk ve görev taşıdığı sürece değerlidir…”

Kendi egosunu ön plana çıkarma eylemine kaptırmış, samimi ve yapıcı olamayan, sataşmayı, kıskançlığı su’yun yüzüne kadar çıkarmış bu insanlar! hala kusar vaziyetteler…

İşi “okurun düzeysizliği” basitlik, ucuzluk diyecek kadar hakarete vardırıyorlar.

Bu tür’ler!  Sadece kendilerini “tatmin”etme duyguları dışında, sorumsuzca ve endişesiz bir tavırla çok önemli şeyler yaptıklarını sanmaktadırlar.

Kendilerini bir “üst” insan psikolojisiyle  “ulaşılmaz” gördükleri içinde ötekini “yok” sayarak! Beğenmemektedirler…

Belli bir duruş, görev, sorumluluk, tavır sergilemeyen, hatta kendi-kendilerinde bile çelişkili ‘’üst düzey edebiyatçı misyonlu!’’ (ben herkesten iyi bilirim ) modunu terk edemeyen insanların dışında:

Çekememezliklerinin,

Beğenmezliklerinin,

Kıskanma,

Görmezden gelmelerinin,

Değişmişliklerinin,

Yılgınlıklarının, başkalaşmışlıklarının giderek bir yaşam biçimine hızla dönüşmesindeki rollerinin! Okurun, okumaktan giderek kopmasına ve hatta yazanı ve yazanları sevmemeye başlamasının zemin’ini hazırlayanlar olarak katkı paylarını söylemeliyiz.

Yayınevi-yayınevleri; acaba yazarın toplumu nasıl algıladığını göstermeye yarayan araçlar mıdır?

Ya da okura alternatif dünya görüşlerini mi sunarlar?

Bunların yanıtını düşünürken; yayınevlerinin bir toplum kültürünün ürünlerinin ortaya çıkarılması, ifade edilmesi, anlatılması ve hatta gösterilmesi için olması gerektiği düşüncesini hissettiğimi belirtmek istiyorum

En önemli sorun yayınevi, yayınevi sahipleri ve yöneten kişiler; ilk ön­ce, ne istediklerini bilmeleri gerekir. Bugün çağdaş evrensel değeri-değerleri temsil eden düşünceleri ifade edebilecek (ettirebilecek) kişi-kişileri “ürünleri” sağlıklı görebilirliklerini sorgulamak gerekmektedir.

Yayınevleri sahipleri ve yöneticileri de, yayın kurulları da bu konuda hassas olmak zorundadır. Kendisiyle birlikte sevilip, saygınlık gibi değerlerinin daha iyi olmasını sağlayacaktır. Çünkü iyi şeyler üretmek, iyi şey üretenlere yer vermek bir yayınevinin “ONUR’U” sayılmaktadır.

Elbette ki Türkiye’deki insanın sanatçıya ve sanatsal yaklaşımlarına yeni bir bakış açısı getirme gibi yaklaşımımın iddiasını vermiyorum öyle bir kaygımda yok.

Ama

Sanatçı; yanlış gelişmelere zamanında tavır alandır. Hayatın anlamını sorgulayan, kendi içsel yoğunlaşmaları içinde, yaşayan,  sanatlarına anlam yükleyen hatta daha ileri giderek gösterendir.

“tarihin akışı”, “objektif koşullar”, “insanlık ideali” ve onların geleceğinde insanı çürüten, insani değerleri yok sayan, yalnızlaştıran, işlevsiz kılan dayatması-dayatmaları-karşısında; yaşamın kurgusunu kendi bilincinde tekrar tekrar kurgulayıp, süzgecinden geçirip yeniden insana, insan olduğunu “ürünleri” ile duyuranlardır.

Ben böyle bilirim böyle söylerim…

Tüm bu olumsuzluklar ve yanlışlıklarla rağmen sanırım sanatçıya;  sanatını yapmaktan başka bir şans bırakmıyorlar…

Neticede sevinçlerimiz gibi gözyaşlarımızda onların gözyaşlarına karışmıyorsa!

Ne kitabın, ne bir zerdali dalının ne de bir gül’ün kıymeti kalır…

SANIRIM HERŞEYDEN ÖNCE İNSAN OLMAK GEREK…

Kenan Can Yoldaşlar

Leave A Response

*